5 Ocak 2016 Salı

İzlediğim En İyi 10 ''2015 Filmi''

Normalde yılın en iyi filmleri listesi yaparken çok zorlanırım. Fakat bu yıl hiç de öyle olmadı. Zira sinema açısından çok zayıf bir yılı bitirdik. Üç beş film dışında beklentilerimin çok altında kaldı. Yine çok fazla abartılan, yere göğe sığdırılamayan filmler var. Henüz izlemediğim önemli filmler var ama izlediklerim arasından en iyi 10 tanesini sıralayalım:

1- Sarmaşık



Tolga Karaçelik çektiği 2. filmle beni kendisine hayran bıraktı. İlk filmi Gişe Memuru asla kötü film değildi fakat çiğ kalan tarafları vardı. Bu filmde o çiğ kalan tarafları yok etmiş ve üstüne muhteşem diyaloglar ve Gökhan Tiryaki'nin enfes tek mekan çekimleriyle süslemiş. Nadir Sarıbacak'ın oyunculuğu kendisine hayran bıraktırdı. Gerilim, metafor ve kara mizah dolu, harika bir film. 
Puan: 85/100

2- The Lobster



Giorgios Lanthimos çoktan kendisini ispatlamış ve artık bu filmle beraber ününe ün katmış bir yönetmen. Yunan sinemacının daha önceki filmlerini izleyenler bilir ki, çok cesur, sert ve izleyiciyi şok eden bir tarzı vardır. Bu filmde bu üslubun biraz yumuşadığını gördüm. Fakat filmin hikayesi o kadar enfes ki, bu yumuşama çok fazla göze batmıyor. Aksine kendisini böyle daha çok sevenler de var. Ben Kynodontas ve Alpeis filmlerinden tanık olduğum o Haneke vari üslubu daha çok seviyorum. 2015'den enfes bir distopya olarak akıllarda yer edinecek bu film ilerleyen yıllarda.
Puan: 85/100

3- Youth



İtalyan yönetmen Paolo Sorrentino çok leziz, lirik ve sade bir film çekerek minimal sinemanın bütün güzelliklerini ortaya koydu. Film boyunca gelişen yüz gülümseten olaylar, samimi diyaloglar, Alplerin o muhteşem manzarası, izleyiciyi mest eden görsellikle beraber yılın en iyi filmleri arasında Youth'u saymamak olmaz. 
Puan: 80/100

4- Taxi



İranlı yönetmen Cafer Panahi, İran'da yönetmen olmanın ne demek olduğunu bu tamamı takside geçen filmle bize gösterdi ve çok ince bir zeka oyunuyla aynı zamanda İran'daki katı kurallara da gönderme yapmayı unutmadı. Doğu sineması sevenleri özellikle çok memnun eden bir film oldu. Berlin'de aldığı Altın Ayı ödülü kesinlikle hak edilmiş bir ödül. Puan: 80/10

5- Bulantı



Bütün filmlerini izlediğim ve sinemayı sevmemde en büyük pay sahibi olan Zeki Demirkubuz'un son filmi Bulantı beklentileri karşılayamadı ne yazık ki. Yine karanlıkta ışık arama, hayatın anlamını bulma ve var olmanın sancıları arasında geçen bir hikaye. Demirkubuz'un alıştığımız, üzerine sinen varoluşçu felsefenin bütün izlerini taşıyan bir film. Hikayede bir sıkıntı yok; fakat üslup ve sinematografi açısından yetersiz kalmış bir film. Normalde Demirkubuz sinemasında çok fazla görseli önemsemeyen birisiyim, kaldı ki zaten sinemada denk geldiği nokta da bunu gerektiriyor. Demirkubuz hiçbir zaman iyi bir görsellik yaratmadı filmlerinde, onun derdi hep hikaye ve sinema dili oldu. Onu Zeki Demirkubuz yapan da zaten tam olarak bu. Fakat bu filmde rahatsız edici derecede gelişen hızlı kesmeler ve filmle bağ kuramamaya neden olan kadraj sıkıntısı dikkat çekiciydi. Oyunculuklara gelirsek, çok başarısız kalınan noktalar olmasına karşın, filmin son kısmı Zeki Demirkubuz'un oyunculuğunda önemli bir kırılma anı bence. Oldukça deneysel, hikayesi açısından ilgimi çeken fakat çok ciddi eksikleri olan bir film oldu Bulantı. 
Puan: 70/100

6- Abluka



Emin Alper Tepenin Ardı filminde yaptığını yine yaptı ve distopik, metaforik bir filmle karşımıza çıktı. Bu kez ilk filmin altında kaldığını düşünüyorum. Fikir harika, yönetmenlik de gayet güzelken; bazı sahneler ve karakterler anlamsızlaşıyor, metaforik dilin sıkıntısı yaşanıyor. Benim şahsen altını dolduramadığım çok fazla nokta oldu. Sarmaşık daha metaforik olmasına rağmen anlam sorunu yaşamadım halbuki. Eksikleri olmasa yılın en iyi filmi diyebileceğim bir filmi 6. sıraya koymak beni üzüyor açıkçası. Çok daha iyi olabilirdi, olmalıydı. 
Puan: 70/100

7- Enklava



Kosova'da yaşayan bir Sırp ailenin dramını anlatan bu film aslında çoğunluğunu çocukların oluşturduğu küçük bir grup özelinde bütün bir Yugoslavya'yı ekrana yansıtmış. Bölgeyi ateşe çeviren milliyetçilik ve dincilik başrol. Yugoslavya tarihi ve yaşanan savaşlar her zaman ilgimi çekmiştir fakat ne yazık ki zaman zaman Mahsun Kırmızıgül çekmiş hissine kapılmaya engel olamadım. Bunun da nedeni çok fazla dramatik öğe kullanılması ve izleyiciyi bunun üzerinde odaklama kaygısının hissedilmesi. Dramı severim, ama anlatı yapısı bunun üzerinden hareketle izleyici üzerinde yoğunlaştığında ciddi sıkıntılar oluşabiliyor film dilinde. Yönetmen ne yazık ki bu hataya düşmüş ve harika bir film çekebilecekken kendi elleriyle filme zarar vermiş. 
Puan: 65/100

8- Sicario



Incendies gibi muhteşem bir filmin yönetmeni olan Denis Villeneuve hala o filmini aratmaya devam ediyor. Çıtayı öyle bir yere koydu ki, sonra çok önemli filmler çekmesine karşın hep beklentinin altında kaldı. En azından benim için öyle. Senaryosunda çok ciddi sıkıntılar var bu filmin. Oysa gerilimi güzel, sinematografi şahane. Ama bittiğinde ''ee nasıl oldu ki şimdi bütün bunlar?'' sorusunu sorduruyor. Bu da senaryonun zorlama olduğuna ciddi bir işaret. 
Puan: 65/100

9- Suffragette


Yer Londra, yıl 1900'lerin başları. Kadınlar hayatın her alanında erkek hegemonyasının yoğun baskısı altında. Hak talepleri var, bunlardan en önemlilerinden birisi oy hakkı. Fabrikada çalışan emekçi bir kadın üzerinden bunun hikayesi anlatılıyor. Yaşananlar, karakterler gerçek. Öncelikle filmin çok iyi bir dönem filmi olduğunu söylemek gerek. Mekanlar, kostümler, makyajlar çok başarılı. Fakat filmin iyi bir sinema dili yakalayabildiğini söylemek güç. Kadın sorunu oy kullanma hakkının elde edilebilmesinden çok öte ve film buna daha sağlam işaret etmeliydi. Bu soruna kafa patlatan bir erkek olarak beni çok fazla tatmin edemedi. Tabii ki bu kötü film olduğu anlamına gelmez ki zaten listede de yer verdim sonuç olarak. Ama çok daha iyi bir film bekliyordum, olmadı. Puan: 65/100

10- Macbeth



Michael Fassbinder ve Marion Cotillard'ın oynadığı bir Shakespeare uyarlaması kulağa çok hoş geliyor. İki oyuncunun da hastası bir sinemasever olarak filmi uzun bir zamandır merakla bekliyordum. En büyük hayal kırıklığım Cotillard'ın epey geri planda kalmış olması oldu. Mrs. Macbeth karakteri her ne olursa olsun çok daha baskın ve kendisinden söz ettiren bir rol gerektiriyordu. Cotillard'ın karakteri kötü yazılmış ve filmde az yer verilmiş. Fassbinder'e gelirsek isminin hakkını vermiş, epey etkileyici bir oyunculuk.  Ne yazık ki tiyatral ve edebi dil filmin üzerinde çok etkili olmuş. Yönetmenin amacı elbette bu. Ne yazık ki dedim; çünkü sinema filmi izler gibi bir hava yakalayamadım. Shakespeareyen dil inanılmaz yorucu ve sıkıcı bir atmosfer yaratmış. Görüntü yönetmeni de bu atmosferi öyle iyi süslemiş ki filmi izlerken insana inanılmaz bir kasvet çöküyor. Sinemada izlediğim en yorucu filmlerden birisi olarak da hafızamda yer edinecek bu film. Puan: 65/100

NOT: Victoria, Son of Saul, The Revenant, Plemya, Carol, 45 Years, Irrational Man, The Hateful Eight, Ex Machina, The Diary of a Teenage Girl, Steve Jobs, Rüzgarın Hatıraları, Beasts of No Nation, Dheepan, Amy gibi daha bir çok yılın önemli filmini henüz izlemedim, ya da bir kısmını izleyemedim. Bu filmleri izlediğimde şüphesiz ki liste değişecektir. Şu ana kadar izlediklerim arasından bu seçimleri yaptığım için çok da geçerli bir liste olmadı. 

NOT2: Mustang ve Love bu yıl en çok hüsrana uğradığım iki film oldu. Beklentilerim büyüktü bu iki film için, fakat özellikle Mustang tek kelimeyle facia. Bunların dışında Southpaw, Bone Tomehawk, Bolgen vasat filmler arasında kaldı. Çekmeceler hikaye itibariyle epey ilgimi çekse de olmamış bir film, Limonata güldüren yerli komedi kotasından aklımda kalan bir film oldu. Diğerleri içinse kafa patlatmaya lüzum yok.