Bu noktadan sonra yazı yer yer spoiler içerir.
Ayrıntılı olarak incelemek gerekirse film 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya'sında geçiyor. Nina Ross'un hayat verdiği ana karakterimiz, Naziler tarafından kamplarda işkenceye maruz kalmış, ölmemiş ama özellikle yüzünde ciddi hasarlar kalmış, her şeyi unutup hayata yeniden başlamak isteyen Yahudi bir müzisyen. Estetik ameliyatı olarak kötü görüntüsünden kurtuluyor, eski haline benzer bir görüntüye kavuşuyor ya da kavuştuğunu sanıyor. Kendisi gibi toplama kampına götürülen eşinin akibetini öğrenmek için sokaklara çıkıyor, bir şekilde buluyor eşini ama eşi kendisini görüntüsünden dolayı tanıyamıyor. Tanıması gerektiğini düşündüğü için bir şey söylemiyor, ısrarla tanıması için çaba sarf ediyor. Bütün bunlara rağmen eşi karakterimizi tanıyamıyor ve hatta öyle ki, kendisinden kalan mal varlığına sahip olmak için eşinin taklidini yapmasını, onun gibi görünmesini istiyor. Bütün bir süreç boyunca karakter inişler çıkışlar yaşıyor ve film çok çarpıcı bir final sahnesiyle bitiyor.
İstese çok rahat bir şekilde seyircinin duygu dünyasını yerle bir edip ağlatabilecekken bundan uzak duruyor Petzold. Onun sinemasında sert, uçlarda bir üsluba yer yok zira. Derdini naif ve yalın bir şekilde anlatıyor, bunu yaparken de sinemanın teknik nimetlerinden faydalanmayı es geçmiyor. Diğer filmlerini izlemediğim için çok da keskin konuşmak istemiyorum ama şu filmdeki yönetmenliğine hayran olmamak elde değil. Alan derinliği, netleme gibi konularda ustalaşmış. Bu teknik becerisini Berlin Film Okulu mezunu olmasına bağlayabiliriz herhalde. Teknik yeterliliğin yanına politik duyarlılık ve gözlemcilik eklenince ortaya böyle güzel bir film çıkıyor.
Alman yönetmenin izlediğim iki filmi de oldukça iyi filmler oldu. Filmografisinin tamamını inceleyip hepsini bitirmek gerek. En azından ben öyle yapacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder