Lumiêre kardeşlerin icat ettiği sinematograf, çektikleri gerçek görüntüler insanların çok ilgisini çekti. Daha sonra izleyici farklılığa ihtiyaç duyduğunda imdada Georges Méliès yetişti ve insanları dekorlarla, illüzyon görüntülerle, farklı bir mizah anlayışıyla ve hatta bilim-kurgu ile tanıştırdı. Fakat bu da bir zaman sonra izleyicide farklı beklenti yaratmaya başladı. Ve bir kurgu ustası çıktı karşılarına: Edwin S. Porter.
Porter ile birlikte kamera sokağa indi. Bu da beraberinde bir çok önemli yeniliği getirdi. Bu yenilikler zorunluluktan doğdu çünkü kameranın sınırları genişledi. 1903'de çektiği Bir İtfaiyecinin Yaşamı filminde kendi çektiği gerçek görüntülerle kurmaca görüntüleri bir araya getirdi. Bu görüntüler farklı zamanlarda çekilmiş görüntülerdi. Bu sinemada artık bir kurgu tekniğinin somut anlamda başladığını gösteriyordu. Aynı zamanda paralel kurgu denilen kavramın doğuşu da bu filmle oldu. Çünkü filmde gördüğümüz kurmaca yangın sahnesi ile sokakta at arabalarıyla ilerleyen itfaiyecilerin gerçek görüntüsü farklı zamanlarda çekilmiş olmasına rağmen kurgu tekniğiyle birleştirilip eş zamanlı gösterilmiştir. Yine 1903'de çektiği Büyük Tren Soygunu filminde yine kurmaca sinemanın ilk güzel örneklerinden birisini vermiştir. Fakat bu filmlerde her ne kadar kurgu konusunda çok önemli atılımlar yapmış olsa da ayrıntı çekimler, yakın planlar, çekim ölçekleri yok. Kamera birkaç küçük istisna hariç hep sabit ve hareketsiz.
D.W Griffith'in dönemi başladığında sinema çok büyük değişimlere uğrayacaktır. Sinemanın hemen her noktasına damga vurmuş ve kalıcı izler bırakmıştır. Çektiği ilk filmler tek makaralık kısa filmlerden oluşuyor. Bu dönemde İtalya'da devasa dekorların ve kalabalık figüran kadrolarının kullanıldığı epik filmler başlıyor. Bunun en güzel örneklerinden Roma'nın Fethi filmi ABD'de gösteriliyor. Epik tiyatro geleneğinin bütün unsurlarını sinemaya taşıyan bu film Griffith'te büyük hayranlık uyandırıyor. Daha sonra bu tarz epik filmler çekmek için hazırlıklar yapıyor. Fakat patent şirketleri böyle filmlere izin vermiyor, çünkü uzun olduğu için masraflı ve alışık oldukları bir tarz değil; bu yüzden de riske girmek istemiyorlar. Griffith ise Los Angeles'ta kendi film yapım şirketini kuruyor.
Bu yapım şirketi altında oluşturduğu film ekibiyle Bir Ulusun Doğuşu adlı epik filmi çekiyor. Bu film 12 makaradan oluşuyor ve kurguda kesilmiş haliyle birlikte 3 saat sürüyor. O dönem için bunun güçlüğünden bahsetmeye lüzum bile yok. Çektiği bu film büyük ilgi görüyor ve çok iyi bir hasılat yaratıyor. Bu hasılattan yola çıkarak hemen sonraki filmi olan Hoşgörösüzlük filminin hazırlıklarına başlıyor. Bu Griffith'in sinema tarihine getirdiği bir yeniliktir; zira ondan önce hiçbir yönetmen bu tarz bir hazırlığın içerisine girişmemiştir. Çekim senaryosuna kadar her şey hazır olduktan sonra çekimlere başlar. Büyük dekorlar ve kalabalık bir figüran kadrosu vardır. Film 4 öyküden oluşur, son öykü mutlu bir sonla biter; çünkü burada tıpkı gerçekçi roman geleneğinde olduğu gibi okuyucuyu(izleyiciyi) rahatlatma-gevşetme mantığı vardır. Daha sonra klasikleşmiş bir Hollywood tekniği haline gelmiştir bu yaklaşım.
1913'de çektiği Domuz Çıkmazı Serserileri filmi sinema tarihindeki ilk film-noir örneğidir. 1915'de çektiği Vicdan Azabı filmi ise gerilim türünün ilk somut örneği olarak kabul görür. Griffith'le birlikte ilk kez bir yönetmen bir öykü aracılığıyla seyircide gerilim yaratmıştır. Hızlı kamera hareketleriyle ve hızlı kurgu tekniğiyle bu gerilimi daha da arttırarak izleyicide şok etkisi yaratıyor.
Griffith sinemanın kendi dilini yaratan yönetmendir. Çünkü ilk kez bir yönetmen çekeceği filmlere hazırlık yapmıştır. Dekorlar, kostümler, figüran kadroları, çekim senaryoları, ışık kullanımı gibi bir çok önemli alanda ekibiyle birlikte uzun süren çalışmalar yapmıştır. Ayrıntı çekimi, yakın planı ilk kullanan kendisidir. Yakın plan çekimlerle birlikte önem kazanan oyunculuk konusunda yaptığı açılımlar vardır. Oyuncu yönetmenliği kavramını ortaya çıkarmıştır. Oyuncu eğitimi, oyuncu seçimi gibi detaylarla oyunculuk kavramına yeni bir boyut kazandırmıştır. Konu mekan ilişkisini ilk kez önemseyen ve seyirciye bunu anlatan yönetmen de kendisidir. Bütün filmlerinde önce mekanı tanıtır ve seyirciye hikayenin nerede geçtiğini gösterir. Klasik hollywood anlatı yapısının temellerinden birisidir bugün hala bu. Abartılı oyunculuğa son verir; çünkü sinemanın kendine has bir dili vardır ve tiyatrodan ayrı bir sanattır. Bu yüzden oyunculuklar da tiyatral değil sinema oyunculuğu şeklinde olmalıdır ona göre. Kamera kaydırma hareketini sinemayla tanıştıran yine Griffith'tir. Aydınlatma metotlarına özel olarak çalışır, gece çekimleri yapar.
Özetlemek gerekirse Griffith gerçekçi roman geleneğinden ve epik tiyatrodan yola çıkarak sinemanın kendine has dilini yaratmıştır. Hollywood'un klasik anlatı yapısı dahil olmak üzere bir çok kemikleşmiş özelliği ondan ileri gelir. Dönemindeki ve kendisinden sonraki yönetmenlerin üzerinde çok büyük izler bırakarak sinema tarihine geçmiştir.